Aynı gözaltı listesindeydik. Beş altı gündür gözaltındaydık. Ne kadar da kalacağımız belli değildi. Kendisine henüz kanser teşhisi konmamıştı. Sağlık sorunları sebebiyle emniyet müdürlüğündeki ifadesinin bir an önce alınmasını istedi ve tutuklandığı haberini aldık. Bir gün sonra da ben tutuklandım. Aynı ceza evinde, farklı koğuşlardaydık.
Bir kaç gün sonra avukatımla görüşmek üzere koğuştan çıkarıldığımda Haluk hocanın da avukatlarla tutukluların görüştüğü özel camlı bölmede olduğunu gördüm. Çok sakindi tebessüm ederek camların ardından el sallayarak selam verdi. Morali hiç bozuk değildi. Benim ise tutuklu olmamdan dolayı moralim hala bozuktu ve selamına zoraki karşılık verdim camların arkasından. Cezaevinde ilk ve son karşılamamız bu oldu. Avukatlar ve ziyaretçilerimiz vasıtasıyla gelişmelerden haberdar olabiliyorduk.
“Keşke kanser olmasaydı da içeride yatmaya devam etseydi“
Bir gün Haluk hocanın hastaneye götürüldüğünü söyledi bizim koğuştan biri. “Kötü hastalıkmış” galiba dedi. Değildir dedim içimden. Haber hızlı yayılmış. Bir kaç gün sonra eşim kapalı görüşe geldiğinde beni moralim bozuk olarak gördü. Bak haline şükret, dışarıda Haluk beyin hastaneye götürüldüğünü gördüm, ne olduğu da belli değil. En azından sağlığın yerinde, dedi eşim. İlerleyen günlerde Haluk Hocanın hastalığının kanser olduğu ve bu vesileyle tahliye haberini aldık. Bu haberle birlikte eşi Esen Hanımın söylediği aklımdan hiç çıkmayan şu sözleri içerideyken kulağımıza geldi; “Keşke kanser olmasaydı da içeride yatmaya devam etseydi.“
Doç. Dr. Ahmet Dirier