Vedalaşmadan gittin, içimde bir sızı olarak kaldı. Aslında vedalaşmaları hiç sevmedim, hatta hep kaçtım. Çünkü vedalaşmak sanki ayrılmayı tescilleyen, resmileştiren, kalıcılaştıran bir son adım gibi gelirdi hep. Ama böyle de zormuş, bir yarım kalmışlık, bir tamamlanmamışlık, bir burukluk hissi kalıyor…
Evet, “her ölüm erken ölümdür” biliyorum. Ama bazıları çok erken oluyor be Haluk, seninki de öyle oldu. Bu işte bir terslik var diyorum kendi kendime…
Sevgili haluk, Sevgili kardeşim,
Madem vedalaşamadık şimdi biraz içimi dökmeme izin ver:
Biliyorum gittin. Gittin ve gelmeyeceksin. Ama yıllar önce bir şair dostum (onu da birkaç yıl önce kaybettik) çok sevdiği bir yakın arkadaşını kaybettiğinde ona gel diye yakaran bir şiir yazmıştı. Sadece birkaç dizesini hep hatırladım; her güneş doğuşundaki ilk huzmeler bana o arkadaşımın özlemini ve içtenliğini hatırlattı:
Yağmurla gel,
Karla gel,
Şafakla gel
Ufkun gül renkli dudaklarından
Dökülen ateşten bir kelime gibi
Güneşle gel
Işık sesli güneşle…
“Genelde sabahları çok erken saatlerde buluşurduk.Bir süre, her şafak vakti güneş doğarken, şimdi çıkıp gelecek gibi bir duyguya kapıldım, hep bekledim ama gelmedi” demişti… Kısık gözlerini uzaklara dikerek…
…
Artık seni de hatırlatıyor… Gidenler artıyor ve kalanlar azalıyor… Ve biliyorum sadece kısacık elli yıl sonra bizler de çoktan gitmiş olacağız. Kısacık mı evet, yaşadım ve ne kadar kısa olduğunu biliyorum. İki katına çıkarsak da kısa, çok kısa… Yaşadığımız süre değil önemli olan. Çünkü tüm ömürler kısa tüm ölümlerin erken olması gibi…
Öyleyse önemli olan nedir
İnsanlar bıraktığı izlerle var oluyor.
İyiler, kötüler, zorbalar, zalimler, haksızlar ve haksızlığa uğrayanlar hep oldu. Yaşadığımız kısacık sürede nerede durduğumuz önemli sanırım.
Sadece kendimiz ve kendimize benzeyenler için değil, tüm ötekiler için, yalınayaklılar için, yoksullar, kimsesizler, güçsüzler ve azınlıkta kalanlar için gücün ve güçlünün karşısına çıkabilmek cesaretidir değerli olan.
Sen zorbalığa karşı boyun eğmedin. Sesini kısmadın ve geri çekilmedin.
Kişinin haksızlığa uğradıktan sonra empati yaparak haksızlığa uğrayan ötekileri de savunma alanının içine alması erdemdir. Ama kişinin kendisi haksızlığa uğramadan da -ya da önce- haksızlığa uğrayanları fark edip yanlarında durması daha büyük erdemdir. Türkiye de birçok kişi ve çevre ancak haksızlık kendisine yöneldiğinde onu fark edebildi. Umarım biz ikinci gruba girebilmişizdir sevgili Haluk.
“…anlar… sadece anlar…” demişti Borges 80 yaşında..
Hayatın dokusu “an”lardan oluşuyor ve anlar akıp geçiyor.
Hatırlar mısın kongre sunumlarını hazırlarken mesaiden çıkınca iki gece hiç uyumadan hastanede çalışıp sabah yeniden mesaiye katılmıştık. O salaş ama lezzetli kebapçıyı keşfedince sevinmiştik. Buraya arada bir gelelim demiştik ve arada oraya kaçamaklarımız olmuştu -ve ben artık oraya gittiğimde çok zorlanıyorum Haluk- İçbahçe deki yürüyüşlerimiz, düşünce alışverişleri bir daha tekrarlanamayacak ne değerli anlarmış…
Değerli Hocam,
Sevgili meslektaşım ve arkadaşım,
Canım kardeşim,
Zaman değişiyor, mekan değişiyor, biz değişiyoruz… Hepimiz değişiyoruz, sen de değiştin… Kardeşini merak ediyorsan söyleyeyim, ben artık tek kişi olamıyorum:
Ben Türkiye’de Kürt, Türkiye’de alevi, Türkiye’de Ermeniyim. İran’da Sünni, İsrail’de Filistinli, Çin’de Uygur’um. Ötekiyim. Arabistan’da, Afganistan’da kadınım, Giresun’da fındık işçisi, Sakarya’da Afyonda inşaat işçisiyim. Hep yeniliyorum ama memnunum, yenenlerden olmak istemiyorum.
Hani “kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir” demişti bir bilge. Ben o millet kavramının “sosyal müşterek ve hak” olduğuna inanıyorum artık. Türklük, Kürtlük, Araplık gibi ırk bağları da Müslümanlık, Hristiyanlık gibi din bağları da bunu bende karşılamıyor. Benim milletim hakkı gasp edilenler, haksızlığa uğrayanlar, zorbalığa maruz kalanlar, sömürülenler, elinden ekmeği, ayağından ayakkabısı alınanlardır. Ve benim himmetim de milletim de onlar; zayıf ama haklı olanlar, iyi ama darda olanlar, kadınlar, çocuklar, yoksullar, teninin, dininin, dilinin farkıyla horlananlardır…
Burada her şey bıraktığın gibi… Psikiyatri grubundaki başsağlığı mesajlarını göremedin. Bir arkadaşımız (Tamer) “Haluk dilerim huzuru bulmuşsundur, biz hala bulamadık” diye yazmıştı; özeti budur buradaki ahvalin.
Bizi bekle kardeşim. Biz de geliyoruz. Özlemle kucaklıyorum… Seni hep özleyeceğim…
Kardeşin, arkadaşın ve meslektaşın Gıyasettin Ekici