“Kadın cinsi binlerce yıldır ikinci sınıf olarak değer görmekte ve hatta ”İnsan mı değil mi?” tartışmaları bugün bile yapılmaktadır. Ne zaman “bizim ” yerine “bana ait, benimdir” gerçekliği yaşamda yer bulduysa işte o zaman kadın cinsi köleleştirilmeye başlanmıştır.
Kölelik zincirleri ilk kez kadın cinsine vurulmuştur. Kadının ikinci sınıf insan grubuna dâhil edilmesi, ikinci cins olarak kabul edilmesi binlerce yıllık bir geçmişe dayanmaktadır. İşin acı tarafı, bugün tanımı çok iyi yapılan etik değerler ve insan haklarına rağmen; kadına kullanılacak bir “meta” imiş gibi davranılmaya devam edilmektedir.
Tarih boyunca kadınlar köle pazarlarında satılmış, savaş ganimeti olarak görülmüş, savaşta düşmanı cezalandırmak için kullanılmış, cadı denilerek yakılmış, ikinci hatta üçüncü eş yapılmış, başlık parasıyla satılmış, üzerine pazarlıklar yapılmıştır.
Kadınlar, cinsel, ulusal, sınıfsal kimlikleri nedeniyle binlerce yıldır eşitsizliğin ve sömürünün katmerlisiyle karşılaşmıştır. Çocuk yaşta evlendirilmiş, tacize, tecavüze uğramış, tecavüzcüsüyle evlendirilmiş ve hatta kendi yaşamı ile ilgili kararlar bile kendine sorulmadan alınmıştır.
KADINLAR UCUZ İŞÇİ OLARAK FABRİKALARA YÖNLENDİRİLMİŞTİR
Yaşamı, kaç çocuk doğuracağından, nasıl kahkaha atacağına, nasıl giyineceğinden, eve saat kaçta döneceğine kadar sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Yeri geldiğince “analık-kadınlık” kutsal diyerek eve geri gönderilirken, yeri geldiğinde ise “vatan için çalış” kampanyaları yapılarak kadınlar ucuz işçi olarak fabrikalara yönlendirilmiştir. Toplumsal cinsiyet rollerine göre, kadın evin tüm görevlerinden sorumlu tutulmuştur. Kapitalizmle birlikte evin tüm görevlerinin(çocuk ve hasta bakımı, yemek ve temizlik vb.) yanı sıra yeni görevi isçileşmek olmuştur. Kadın kapitalist sistemle birlikte artık hem ev emekçisi hem de işçi olmuştur. Omuzlarındaki yüklere yeni ve ağır bir yük daha eklenmiştir.
Kadının evdeki emeği karşılıksız ve görünmezken, işyerinde yedek ve ucuz işgücü olarak görülmüştür. Aynı işi yapmasına rağmen erkeklerden daha az ücret almaktadır. Yedek işgücüdür; çünkü savaş zamanı fabrikalara yönlendirilirken refah veya kriz dönemlerinde eve tekrar geri gönderilip ve hatta krizin nedeni olarak görülmektedir ve ilk işten atılan kadınlar olmaktadır.
KADINLAR, EŞİTSİZLİK VE SÖMÜRÜ ORTADAN KALKANA KADAR MÜCADELE ETMEYE DEVAM EDECEKTİR.
Kadınlar tüm yaşanan olumsuzluklara, çifte sömürüye ve ezilmişliğe rağmen bunu “fıtrat ve kader” olarak görmemiş; tarih boyunca eşitlik özgürlük mücadelesi vermişlerdir. Tüm önyargılara, ataerkil kültüre, din, devlet yönetimlerine rağmen susmamış ve kesintisiz bir şekilde hakları için mücadele etmişlerdir. Eğitim hakkı, kendi yaşamına karar verebilme hakkı, çalışma hakkı, eşit işe eşit ücret hakkı, seçme ve seçilme hakkı vb. hakları için ve toplumsal cinsiyet eşitliği için mücadele etmiş, eşitsizlik ve sömürü ortadan kalkana kadar mücadele etmeye devam edecektir.
Tarihin Unutmayıp, Unutturamayacağı Kadınlar…
Engizisyon Mahkemeleri’nde “cadı” olarak ilan edilip yakılmalarına rağmen şifacılıktan ve fikirlerinden vazgeçmeyen 1.5 milyon şifacı kadın, 1789 Fransız İhtilali’nde Bastil Hapishanesi’ndeki tutsakların kapılarını açarak mahkumları özgürleştiren kadınlar, 8 Mart 1857’ de 8 saatlik çalışma hakkı ve daha iyi çalışma koşulları için hayatları pahasına mücadele eden kadınlar, Rus Çarlığı’nın kapılarına dayanıp “Ekmek istiyoruz gül de” diyen kadınlar, genel oy hakkı için mücadele eden Amerikalı kadınlar, renginden kaynaklı eşitsizliğe ve sömürünün en katmerlisine karşı direnen “Rosa Parks” şahsında siyahi kadınlar, eşit işe eşit ücret mücadelesi veren Ford’da çalışan kadın işçiler, Paris barikatlarında savaşan emekçi kadınlar tarihin unutmayacağı ve unutturamayacağı örneklerden sadece birkaçıdır.
Yasaların Gerçek Hayatta Bir Karşılığı
Yoktur
Dünyada kadın olmak zor; ama Türkiye’de kadın olmak çok daha zordur. Türkiye’de gerçekten sofradaki yeri öküzden sonra gelendir. Türkiye’de kadın olmak “ezilenlerin ezileni” olmak demektir. Örgütlenme, seçme, seçilme, eğitim, çalışma hakkı yazılı kaynaklarda varolsa bile söz konusu yasaların gerçek hayatta bir karşılığı olmamıştır. 1970’lerden sonra kapitalist gelişmeyle birlikte, köyden kente göçün çözdüğü geleneksel bağların ortadan kalkması ve yoksulların her daim yaşadığı kriz kadınların çalışma yaşamına katılımını hızlandırmıştır. Şehir merkezlerinde kadının eğitim olanaklarına ulaşması kolaylaşmıştır. Ancak var olan tüm olumlu gelişmeler ve yazılı hukuk kuralları, kadınlar açısından ne bağımsızlığı ne de eşitliği sağlamıştır . Bunu sağlamak için devlet politikaları oluşturulmazken; bizatihi devlet politikaları kadın cinsinin eşitlik ve özgürlük talebini boğmakta ve eşitlik isteyen kadını da lanetlemektedir.
BUNCA ZULÜM GÖREN KADINLARA, BİR DE KHK DARBESİ!
Uygulanan politikalar sonucu son yirmi yılda kadına yönelik şiddet yüzde bin dört yüz(%1400) artarken neredeyse her gün bir kadın cinayete kurban gitmektedir. “Kadın – erkek eşit olamaz fıtrata ters” diyen bir siyasal anlayışın hüküm sürdüğü bir dönemde kadının prangalarına yeni prangalar eklenmektedir. İşte kadına yönelik şiddetin arttığı bu dönemde bir şiddet biçimi olan KHK’lar eliyle binlerce kadın bir gece yarısı işsiz bırakılmıştır. Böylelikle hem de devlet eliyle çalışma yaşamından koparılarak ekonomik özgürlüğünden mahrum bırakılmış ve bizzat devlet tarafından cezalandırılmıştır. Toplumsal meşruiyetinin büyük bir kısmını “başörtülü bacılarım” söyleminden alan aynı siyasal iktidar, ihraç ederken “başörtülü, başı açık demeden” kadınların on yıllar boyunca emek vererek elde ettikleri kazanılmış haklarını gasp etmiştir. Siyasal iktidar 15 Temmuz sonrası ilan ettiği OHAL ve KHK’lar eliyle yaklaşık 17 bin kadını tutuklamış, 850 kadını bebeğiyle birlikte hapse atmıştır! Tarihin en büyük kadın tutuklanması kampanyası, adeta sürek avı! Binlerce hamile kadını yasaya aykırı olmasına rağmen cezaevine göndermiştir! Binlerce kadın siyasi iktidarın hışmından korunmak ve yeni bir gelecek için Meriç ve Ege’nin sularında çocukları ve eşleriyle birlikte hayatını kaybetmiştir. Binlerce kadın, KHK’lı eşi, annesi, kız kardeşi olarak dolaysız olarak cezalandırılmıştır. Binlerce kadın hiç istemediği halde boşanmak, çocuklarından ayrılmak zorunda kaldı hatta çocuklarına tek başına bakmak zorunda bırakılmıştır. Binlerce kadın haksız hukuksuz bir şekilde mahkûm olan erkek yakınlarını ziyaret etmek için cezaevi yollarına mahkûm edilmiştir. Hapisteki eşleri için dayanışma kuran kadınlar gözaltına alınmış ve hatta tutuklanmıştır. Ülkede hiç bir evrensel hukuk kuralına ve anayasal haklara uyulmayarak hem KHK’lı kadınlar hem de KHK’lı yakınları işsizlik, açlık, yoksulluk ve sivil ölüme mahkûm edilerek cezalandırılmaktadır.
KHK’larla ihraç edilen biz kadınlar her türlü ataerkil kültüre ve eşitsizliğe rağmen azami çaba ile edindiğimiz işlerimizin bir gece yarısı elimizden alınmasına çok daha fazla öfkeliyiz. Bu öfkenin nedeni, kadınların eğitim sürecinin tüm eşitsizliği ve acımasızlığına karşı ve eğitim sürecinin her kademesinde toplumsal ön yargılarla tek başına baş etmek zorunda olmamız ve eğitim sürecimizin her aşamasının mücadeleyle geçmesidir. Devlet bu verdiğimiz mücadelede yanımızda olmadığı gibi hatta bu yaşadıklarımızın birinci elden sorumlusu olmasına rağmen ve tüm bunlardan dolayı hiçbir hakkı yokken bizi ihraç etme hakkını kendinde görmesidir. KHK’lı kadınlar olarak çalışma hayatı bizim var olma alanımızdır. Devlet bizim var olma alanımızı elimizden almak istemiş ve bizleri yeniden ataerkil kültürün biçtiği toplumsal rollere hapsetmeye çalışmıştır.
Biz
ihraç edilmeden önce hem çalışıyor hem de evin tüm görevlerini yapmak zorunda
kalıyorduk. Yani çifte mesai yapıyorduk. Ama kendi ayaklarımız üzerinde durabildiğimiz
için kendimize özgüvenimiz vardı. Devlet bilinçli olarak bizim bu
özgüvenimize saldırmak ve bizi değersizlik duygusu ile başbaşa bırakmak
istemiştir. Bizleri eve hapsetmek istemiştir. Biz kadınlar KHK’lı olmaktan
kaynaklı yaşanan sorunların en katmerlisini yaşadık, yaşıyoruz. Biz KHKlı
kadınlar ne zaman ki örgütlenmeye ve birlikte mücadele etmeye başladık, işte o
zaman tekrar yıkamadıkları özgüvenimizi ve değerliyiz hissini yeniden tattık.
Birlikteliğin, birlik olmanın mutluluğunu yaşamaya ve yeniden üretmeye başladık.
Biz KHK’lı kadınlar başta KHK ile
hakları gasp edilen erkeklerle birlikte sömürüye ve eşitsizliğe karşı olan
tüm kesimlerle birlikte mücadele edeceğiz. Kadın cinayetlerine, kadına ve
toplumsal şiddete, doğanın talanına, emeğin sömürüsüne karşı insanca
yaşanılabilir bir dünyanın mücadelesini vermeye devam edeceğiz.
Biz KHK’lı kadınlar olarak 8 Mart’ı yaratan kadınların mücadele ruhuyla kuşanacak, geçmişten aldığımız güçle ve geleceğe olan inancımızla her alanda mücadele etmeye devam edeceğiz.”
KHK’LI PLATFORMLARI BİRLİĞİ
8 Mart Pazar saat 14.00, Kadınların Uluslararası Birlik Mücadele ve Dayanışma Gününde, bir araya gelecek olan İstanbul KHK Platformu kadın üyeleri, “Kadın olmanın zorluğu ve KHK’lı kadın” olmayı konuşacaklar. İstanbul’da bulunan kadın-erkek tüm KHK’lıları forumumuza bekliyoruz”