Rönesans, reform hareketleri ile başlayan Avrupa’da esen değişim rüzgarları bin yıllık feodal sistemin yenilgisi ile sonuçlandı. Burjuvazinin öncülüğünü yaptığı eşitlik, özgürlük, adalet ve milliyetçilik fikirleri ve mücadelesi önce Avrupa’yı sonra tüm dünyayı rüzgarı ile sarstı. Burjuvazinin zaferi ile paralel bir şekilde ulusal devletler ve ve uluslaşma sürecine uygun Cumhuriyet yönetimleri tarih sahnesinde yerini aldı.
Verilen yüzlerce yıllık mücadele ile kilise ve din etki gücünü yitirirken yerini laik devletlere ve laik yaşam ve eğitime bıraktı. Feodalizmin yıkılışı büyük imparatorlukların sonunu getirirken uluslar kendi kaderini tayin ediyordu. Yeni sınırlar, yeni siyasal anlayışlar ve yeni bir ekonomik sistem köklerini verilen yüzlerce yıllık mücadelenin üzerinde yükseliyordu. Ama ne yazık ki yeni olan iktidarlaştıkça eskiye yönelir ve alaşağı ettiği geçmişin yol ve yöntemlerini kendini rehber alır. Verilen mücadeleler sonucu eşitlik, özgürlük, adalet getireceğini vadeden ve kitleleri bu taleplerle harekete geçiren burjuvazi, kendini tahkim eder etmez sınıfsal, ulusal, inançsal, cinsel eşitsizliği besleyip derinleştirdi. Sınırsız kâr ve sömürü için dünyayı kana buladı. 2 dünya savaşının yanı sıra her geçen gün pıtrak gibi çoğalan yerel savaşlarla hala kendisinin varlığını devam ettirmekte ve varlığını tahkim etmektedir. 1. Emperyalist savaş ulusal devletlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı.
Türkiye Cumhuriyeti’de Osmanlı imparatorluğunun 1. Dünya savaşında tamamen parçalanması ile ve onun mirası üzerine kuruldu. Türkiye Cumhuriyeti, son 30 yılını fiili savaşlarla geçiren bir toplumun, kendi kaderini Kurtuluş Mücadelesi ile belirlemesi sonucu doğdu. Meclisin açılması, saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı ve hilafetin kaldırılması ile Osmanlı’dan kalan kurumlar lağvedildi yeni devletin kökleri atıldı. Kemalizm devletin kuruluşuna öncülük eden ve ekonomik-politik-ideolojik olarak devletin resmi anlayışını belirleyen siyasal akım oldu. Milli Egemenlikle, Halk kendi kendini yönetecekti ve artık siyasal yaşamda söz sahibi olacaktı. Ancak daha kurulma aşamasında yapılan İzmir İktisat Kongresi ile sınıfsal karakterini ortaya koydu buna göre ulusal ve uluslararası sermayeye devletin tüm olanakları açıldı. Diğer taraftan işçilerin hakları kısıtlandı kurdukları dernekler, sendikalar baskı ile kapatılarak hak arama yolları bizzat devlet eliyle yasaklandı. Hilafet kaldırılmıştı ancak yerine kendini Sünni(Hanefi) İslami temele alan Diyanet İşleri Başkanlığı kurulmuştu ve daha en başında laiklik Diyanetin varlığı ile sakatlanmıştı. Din devletin temel dayanağı ve siyasetle iç içe olmaya devam etti. İlk meclis konuşmaları Türkiye haklarından bahsederken bir kaç yıl sonra Türkiye halkları yerini Türk halkı anlayışına bıraktı ve Türk olmayan halklar bu anlayışla birlikte asimile edilmeye ve yok sayılmaya başlandı. Kendi varlığı için mücadele edenleri ise Varlık vergileriyle, Ağrı gibi Zilan, Dersim vb gibi Katliamlarla, 6-7 Eylül 1955 olayları, Maraş Çorum Sivas katliamları ile kanla bastırdı. Militarist devletçi anlayış; tek devlet, tek millet, tek bayrak anlayışı ile tahkim edildi.
Halkın kendi kendini yönettiği Cumhuriyet kısa zamanda her on yılda bir gerçekleşen darbe, muhtıra, e-muhtıralarla halka yönelik baskı, şiddet ve zor aygıtına dönüştü. Kadınlara verilen haklar sadece kağıt üzerinde kaldı ve verilen haklar hiç bir zaman hayata geçmedi. Geçmesi için de devlet özel bir çaba harcamazken ataerkil yapı bizzat devlet eliyle güçlendirildi. Özcesi Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşundan itibaren sınıfsal, ulusal, inançsal cinsel eşitsizliğe dayalıdır. Militarist-şovenist bakışla var olan eğitim anlayışı ve devlet geleneği ile var olmaktadır ve bu varoluş şimdi de devam etmektedir. Kurulan Cumhuriyet, toplumun kısa süreli bile olsa eşitlik, özgürlük, adalet talebini karşılamamış ve hatta bu özlemi derinleştirmiştir. Bu, dün Kemalist elitler eliyle yürütülürken bu gün, din sosuna batırılmış ve aslında Kemalistlerin sürdürdüğü politikanın sonucu ortaya çıkan AKP eliyle devam etmektedir. Hala işçi sınıfının hakları elinden alınırken sermayeye paketler açıklanmaktadır. Hala işçi sınıfının örgütleri kapatılmasa bile çalışmaz haldedir. İşçilerin hak arama yolları kapatılmaktadır ve “devlet gücünü kıytırık patronlara göstermezken işçiler üzerinde sınamaktadır.” Hala din siyasetin ana malzemesidir.
Kitleler üzerinde din bir baskı ve susturma aracı olmaya devam etmektedir. Hala Diyanet eliyle Aleviler başta olmak üzere farklı inançların eşit yurttaşlık hakkı gasp edilmektedir. Hala başta Kürtler olmak üzere Ermeniler, Rumlar, Romanlar yok sayılmakta asimile edilmektedir. Hala insanlar Roboski, Suruç, Ankara vb. Katliamlarla imha edilmektedir. Darbe askeri vesayet karşıtlığı üzerinden sivil darbe sivil vesayet kurumsallaşmış Cumhuriyet tarihinde görülmemiş tek adamlık kurumsallaştırılmaya çalışılmaktadır. Hala hem de Cumhuriyet tarihinin toplamında katledilen kadın kadar kadın AKP döneminde katledilmiştir. Hala açlık, işsizlik, yoksulluk, hukuksuzluk, adaletsizlik, eşitsizlik devam etmektedir ve hatta Cumhuriyet tarihi boyunca hiç olmadığı kadar açığa çıkmış ve derinleştirilmiştir.
Dün eksik kurulan Cumhuriyet bu gün eksiklerin çoğalması, yaygınlaşması ile devam etmektedir. İlk Cumhuriyet Takrir-i Sukûn Kanunu ile fiili OHAL’i yıllarca devam ettirirken bugün AKP OHAL’i kaldırmasına rağmen fiili OHAL/KHK rejimi ile ülkeyi yönetmektedir. KHK rejimi ile yüz binlerce işçi-emekçi işinden aşından edilmiş, yüz binlercesi fişlenmiş, gözaltına alınmış on binlercesi tutuklanmıştır. Ülke kuruluşundan bu yana en koyu karanlığı yaşamaktadır.
29 Ekim’in biz KHK’lılar için ayrı bir öneme daha sahip. 29 Ekim 2016 gecesi binlerce kamu emekçisi darbe bahane edilerek Cumhuriyetle yönetilen bir ülkede haksız hukuksuz ve sorgusuz sualsiz Masumiyet karinesi hiçe sayılarak savunma hakkı bile tanınmadan listeler halinde, yayınlanan KHK’larla ihraç edildi. Cumhuriyetin ilan edildiği gün de binlerce insana ve onların ailelerine travma yaşatıldı. Adı Cumhuriyet olan görevi halkını yaşatmak olan bir rejim kamu emekçilerini ihraç ederek anayasal haklarından yoksun bıraktı ve sivil ölüme mahkum etti. Görevi yaşatmak olan cumhuriyette yüzlerce KHK’lı yaşadıklarına dayanamayıp yaşamını yitirdi. Yüzlercesi intihar etti. Yüzlercesine cezaevlerinde işkence yapıldı, hastalara ilaç bile verilmeyerek ölüme terkedildi.
KHK’lılar tecride maruz kaldı ve Beyaz sandalye üzerinde ölmesi izlendi. Toplumu Alevi -Sünni, Kürt-Türk kapalı- açık Dinli-Dinsiz vb. farklılıkları ayrıştırarak kutuplaştırıyor. Varlığını ve geleceğini kendi eliyle beslediği bu toplumsal kutuplaşmanın derinleşmesinde görüyor tam da bu yüzden kutuplaşma ve çatışmayı derinleştiriyor. Yanısıra toplumsal muhalefetin her bir parçası baskı, şiddet ve devletin acımasız yüzüyle karşı karşıya bırakıldı bırakılıyor. Hak arayışının önüne gözaltı, tutuklama, tecrid, işkence vb. barikatlar kuruldu kuruluyor. Toplum iradesiz, örgütsüz ve hareketsiz kılınarak üzerine ölü toprağı ekilerek tek adam rejimi var etmeye çalışılıyor. Ve de bunları cumhuriyetin yasalarına yaslanarak yapıyor ve onun yasalarından güç alıyor KHK Platformları Birliği olarak bu karanlığın ucunda mutlaka ışık var biliyoruz. Aydınlık güzel yarınlara eşitlik, özgürlük ve adalet talebimizin gerçekleşeceğine olan umudumuz bakidir. Emeğin, ulusların, inançların, cinslerin özgür olduğu doğanın talan edilmediği, savaşların olmadığı bir Cumhuriyet için mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Gerçekten halkın kendini yönetebildiği, eşit, adil ve gönüllü birlikteliklerin olduğu, bizzat devlet eliyle haklarımızın gasp edilmediği bir Cumhuriyet için mücadele edeceğiz.
KHK’lı Platformları Birliği