1961 yılında kabul edilen “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası” ile koruyucu sağlık hizmetlerinin ülkede yaygın olarak yerleşmesi, 1980’de yapılan 12 Eylül darbesi ve hemen ardından Özal’ın iktidarı ile sona ermiş ve devlet kamucu sağlık hizmetlerinde el çekmeye, tüm sağlık hizmetlerinin içini boşaltmaya, çalışanları güvencesiz bir ortama mahkum etmeye başlamıştır. 2003 yılında kabul edilen “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ise kendinden önceki iktidarlar tarafından hazır hale getirilmiş özelleştirmeci, performansçı, güvencesiz çalışmaya yönelik çok hızlı adımların atılmasını AKP iktidarına sunmuştur.
Her ne kadar “sağlıkta dönüşüm programı”nın kendisi sağlıkta şiddetin oluşmasına ciddi olanaklar sağlamış ise de asıl önemli faktörün bu programın ihtiyacı olarak sağlıkta şiddetin ön plana çıkarılması olduğunun altını çizmek gerekir.
Nasıl mı?
“Sağlıkta Dönüşüm Programı” öncesi var olan sağlık ocaklarında hiçbir ücret alınmıyordu. Birinci basamakta koruyucu hekimliğe yönelik çok ciddi bir hizmet veriliyordu. Sosyal güvencesi olanlar tüm kamu hastanelerinden ücretsiz yararlanıyorlardı. Herhangi bir ek ödeme yoktu ve her şeyden önemlisi güçlü bir kamusal sağlık hizmeti, bunu örgütleyecek güçlü bir personel istihdamı vardı. İşte bu kamusal sağlık hizmetlerinin aslında halkın işine yaramadığını, kamuda çalışan hekimlerin iğne yapmasını bile bilmediklerini, tüm hekimlerin ellerinin hastaların cebini hedeflediğini, hekimlerin gözlerini doyurmanın mümkün olmadığını dönemin başbakanı, sağlık bakanı her gün televizyonlardan ifade ederek hem hekimlerle hastaların arasının açılmasını hem de sağlık sisteminin tamamen özelleştirilmesine yönelik adımların hızlıca atılmasını sağladılar.
Yani hekim ve hastaların arasının açılması özelleştirmelerin önünün açılmasının bir aracıydı ve sağlıkta dönüşümün bu argümana ihtiyacı vardı. İktidar bu işi öylesine ilerletti ki sağlıkta şiddetin ilk artmaya başladığı dönemlerde “mutlaka vardır bu doktorun bir suçu” ya da “ateş olmayan yerden duman çıkmaz” diye şiddeti destekleyenler bile vardı.
Yıllar geçtikçe özellikle kamu hastanelerinde olan şiddet vakaları artmaya ancak şiddeti yaratanlar cezasız kalmaya başladılar. Ardından performans gibi, çok hasta muayene ve tedavi etmeye yönelik girişimler sonucu ortaya çıkan malpraktis vakaları gibi, iktidarın hekimler ve sağlık çalışanları aleyhine söylemlerinin artması gibi ve özellikle de sağlıkta dönüşümün şiddeti körükleyici etkileri sonucunda şiddet daha da arttı ve 2020 yılında 12 bin beyaz kod verilecek bir sayıya ulaşıldı. Günde en az 30 vaka anlamına gelen bu 12 bin beyaz kod buz dağının görünen yüzü çünkü şiddete uğrayan sağlık çalışanlarının çok önemli bir kısmı mahkemelerde uğraşmamak, daha fazla mağdur edilmemek ya da “başıma başka bir iş gelir” endişesi ile beyaz kod vermemektedir.
“Sağlıkta Dönüşüm Programı”’ndan önce hiç görülmeyen ölüm vakaları da son 20 yılda görülmeye ve şimdilik ilacını yazmayan, bilim dışı isteklerini yerine getirmeyen hekimleri öldüren hasta ya da hasta yakınlarıyla karşılaşmaya başladık. Ancak bu performansçı, piyasacı, iş barışını bozan sistem sürdükçe tıpkı geçtiğimiz yıl içerisinde Mersin’de görüldüğü gibi sağlık çalışanlarının birbirini öldürdüğü bir ortam kaçınılmazdır.
Son 20 yıldaki oportünist politikalar ile hekimler, siyasilerin ve siyasetin oyuncağı haline getirildi. Aylık kazançları gündem edilip abartılarak kamuoyunda hekimler itibarsızlaştırıldılar. Yurttaş ve hekimler sürekli karşı karşıya getirildiler. Hekimler yüksek performansa ve hastaya muhtaç gibi lanse edilerek açık hedef haline getirildiler. Yıllara bakıldığında sağlıkta şiddet ivmesi sürekli artış gösterdi. Son şiddet ve ölüm vakası ise Konya Şehir Hastanesi’nde Mehmet Akçay adlı bir cani, görevi başında bulunan Kardiyoloji Uzmanı Ekrem Karakaya’ya silahlı saldırıda bulundu. Ekrem Karakaya, yapılan müdahalelere rağmen ne yazık ki hayatını kaybetti.
Var olan siyasiler ve siyaset ile bu vahşet örneği kaybımız son bulmayacak gibi…
Kısaca sağlıkta şiddet, sağlıkta dönüşümün sonucudur ve iktidarın sağlık sistemini piyasaya açması, sağlık hizmetlerinin tamamen paralı hale gelmesi için ihtiyacı olan bir şeydir. Bunun doğal sonucu olarak da sadece şiddeti yapanların cezalandırılmasıyla sona erebilecek bir vaka değildir.
Sağlıkta şiddet ile mücadele etmek istiyorsak “Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile mücadele etmemiz gerekiyor. Belki mücadele basamaklarından biri etkili bir “sağlıkta şiddet yasasının” çıkmasıdır ancak temel argümanımız herkese eşit, nitelikli, kamucu sağlık ortamının yaratılması olmalıdır.
KHK’lı Platformları Birliği olarak hayatını kaybeden sağlık emekçilerine rahmet, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyoruz. Sağlık emekçilerine uygulanan her türlü şiddeti kınıyor, mevcut taleplerinin, taleplerimiz olduğunu ve her zaman bu taleplerin savunucusu olacağımızı belirtiyoruz.
